Dino Buzzati
İletişim Yayıncılık
Çeviren: Hülya Tufan
237 Sayfa
Puanım:★★★★★
Acayip bir okudum. Büyülü sözcüklerden katman katman örülmüş, her katmanda farklı bir okuma zevki veren, okurun zihninin örümcek ağlarını alan, karanlıkta kalan yerleri aydınlatan, aydınlık yerlerleri karartan, kitap boyu su üzerindeymiş gibi hafifletip, tam tersi bazı satırlarda yerin binlerce metre altına götüren, sorgulatan, düşündüren kısacası belki de yaşarken okuyabileceğiniz en iyi romanlardan biri Tatar Çölü.
Harp akademisini bitiren Teğmen Drago Giovanni, ilk görev yeri olan Bastiani Kalesine atanır. Genç ve hayatın henüz ona sunmadığı güzellikleri düşünüp görevinin layıkıyla yapmak, işinde yükselmek biricik amacıdır Giovanni'nin. Ama önünde hiç göremediği bir sınır vardır: O, düşman topraklar ait, kuş uçmaz kervan geçmez, uçsuz ve bucaksız Tatar Çölü denilen bir yerin tam ucundaki bir sınır garnizonu olan Bastiani Kalesidir. Hem ülke sınırıdır bu kale hem de yalnızlığın... Çünkü bence hiç kimse Drago kadar yalnız olamaz.
Beklemenin romanı Tatar Çölü, kalenin tüm üyeleri kuzeyden; yani Tatar Çölü'nden gelecek düşmanı bekliyorlar. Çünkü herkesin unuttuğu bu köhne yerde seslerini duyuracakları tek çözüm bir savaş. Herkes, gerçekleşmesi olanaksız gözüken düşmanın gelişine uçurumdan düşen birine uzatılan bir ipmiş gibi sıkı sıkıya tutunuyor. Kaledeki askerleri, onlara doğru kuzeyden kopup gelmiş bir at bile heyecanlandırıyor. Başta Drago da bu duruma şaşırıyor, buraya yanlışlıkla geldiği ve en kısa zaman yeni bir yere, arzuladığı güzel bir şehre atanacağını umut ediyor. Ama görünmez bir güç, yazgının büyülü elleri onu hızla akan zaman ırmağına atıveriyor. Drago, kalede geçen günler boyunca burada yaşamaya, buranın rahatlığına ve herkesin sıkıca tutunduğu o ipe tutunmaya başlıyor. Uçsuz bucaksız ve ilk başlarla meraklı gözlediği Tatar Çölü, her gün aynı askeri disiplinin sekmeden süre geldiği Bastiani Kalesi onun yalnızlığının imgeleri oluyorlar birden bire. İşte bundan sonra Dino Buzzati enfes sözcüklerle, harika bir anlatımla, çoğu yerde insanı düşündüren vurucu cümlelerle yaşamı ve yazgıya takılı kalmış insanı irdeliyor.
Kitap hızlı ilerliyor ama ben bunda yazarın sakladığı bir gizem olduğunu düşünüyorum. Bir bölüm bitiyor ve bir sayfa çeviriyorum ve Drago'nun ömründen yıllar akıp gitmiş oluyor. Drago'nun kalede geçen on beş yılını merak ediyorum; ama gerçeği yazar bana tokat gibi çarpıyor. Beklemekle geçen, birbirinin aynısı, saatin tik takları gibi düzenli günler benim merak ettiklerim. Az önce yazılanlardan başkası değil. Zamanın ayarı olmadığını söylüyor Dino Buzzatti. “Sen gözlerini açıncaya kadar çoktan bir yaşam yok olup gitmiştir.” diyor adeta.
Kitaptaki boğucu geçen yaşamlara karşı örülmüş ahenkli dilden söz etmek istiyorum. Mükemmel ötesi, insanı sarıp sarmalayan bir dille yazmış Dino Buzzatti. Hele bir rüyanın anlatışı vardı ki iki kez okudum. Vurgular, betimlemeler, benzetmeler... Tabii bu dili bozmadan çok iyi çevirerek dilimize kazandıran çevirmen Hülya Tufan'nın da hakkını yememek gerek diye düşünüyorum.
Kitabın bitirip kapağını kapattığımda tokat yemiş gibi oldum demen bile az kalır. Gülle gülle top atışına tuttu beni. Başımın ağırlaştığını ve kafamın içinde küçük noktacıkların ve karmaşık seslerin dolaştığını duyumsadım. Gözlerim çekiliyor, etrafımda bulanıklaşıyordu çünkü ben de artık Drago’ydum ve kafamda sadece tek bir soru dolanıyordu. “Neden?” Nedenlerin hepsi satırlarda gizliydi. Onları bulmak insana acı verse de hayatı sorgulamak kaçınılmazdı. İşte böyle bir kitap Tatar Çölü… Yazdıklarım abartısız hissettiklerimden başka bir şey değil. Bir kitaptan daha fazlası aslında bu; çünkü pek az kitabın bana bu duyguları yaşatacağını biliyorum. Drago Giovanni, sana yazıma bitirmeden selam gönderiyorum. Esen kalın. :)
- “'Olamaz' derdi, 'Muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki insan: Artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş diyebilmeli.'”
- “.Tüm bunlar artık ona aitti ve bunları terk etmek Drago'ya acı verecekti. Ama, aslında o bunu bilmiyordu, ne gitmesinin kendisine nasıl bir çaba gerektirdiğinden, ne de kaledeki yaşam günleri, birbirinin tıpkısı günleri, baş döndürücü bir hızla yutup gittiğinden haberdardı. Dünle evvelsi gün birbirinden farksızdı, onları birbirinden ayırt etmek olanaksızdı; üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce olmuş bir şey de sonuçta ona eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece, o ayırdına varamadan, zaman akıp gidiyordu.”
- “.Hatta şu anda, içinde derin bir eziklik hissediyordu, hani yazgının en belirleyici anları, size dokunmadan burnunuzun dibinden geçip gider ve sizi solmuş yapraklardan oluşan bir burgacın ortasında bırakırlar ya, işte yiten korkunç ama dev fırsat duygusunu hissediyordu.”
- “.Belki bizler çok şey talep ediyoruz. Gerçekte herkes layığını bulur.”
- “.Nedenini bilmeksizin zaman, günleri birbiri ardına yutarak, çok daha hızlı bir biçimde akıp gitmeye başlamıştı. İnsan şöyle bir çevresine bakana kadar akşam oluyor, güneş ufukta kayboluyor, derken öbür taraftan yeniden belirerek karla kaplı dünyayı aydınlatıyordu.”
- “.İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşmadığı zaman bir şeye inanması çok zordur.”