Jack London
Martin Eden
İletişim Yayınları
Çevirmen: Yiğit Yavuz
421 sayfa
Puanım:★★★★★
Ve bir kitap daha biter. Hâlâ etkisindeyim özellikle o son paragraf...
Jack London'dan daha önce Beyaz Diş'i okumuştum; ancak aradığımı bulamamıştım sanki. Bu yüzden acabalar ile başlasam da kitap aradığımı fazlasıyla sundu bana. Teşekkürler Jack London.
Genç, sağlıklı, güçlü ve kuvvetli bir denizci Martin Eden'ın yazar olabilme hikayesi bu kitap. Hikaye, Martin'in zengin bir aile tarafından akşam yemeğine çağrılmasıyla ve orada Ruth'a aşık olmasıyla başlıyor. Ruth'un ona kitap hediye etmesiyle de kitap okumaya merak salıyor. Sürekli okuyor, araştırıyor, ve bir gün neden ben de yazmıyorum diyor. İçinden gelen yazma dürtüsüne karşı gelemiyor. Böylece Martin Eden'ın yazar olabilme serüveni başlıyor. Martin Eden okuyor, durmadan yeni yazılar yazıyor, sürekli çalışıyor. Uykudan geçen zamanı boşa geçmiş olarak görüyor. Hayatından fedakarlık yapıyor, onun için hayat sadece yazmak olup çıkıveriyor bir anda. Yazdıklarını dergilere gönderiyor ama gelen tek bir cevap var, o da ret. Bu cevaplar karşında da yılmıyor, savaşmayı sürdürüyor Martin Eden. Yeri geliyor aç kalıyor, eşyalarını rehin bırakıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen idealinin peşinden koşuyor. Beni de en çok asla pes etmemesi etkiledi. Çevresindekilerin tutumlarına ve bütün bu can sıkıcı olaylara karşı dik durdu ve hayallerinden vazgeçmedi; fakat hayalleri kaybolunca...
Martin Eden, Jack London'ın yazar olabilmek için verdiği mücadeleyi ve edebiyat dünyasına kendisini kabul ettirme çabasından izler taşıyor. Örneğin, ufak bir araştırma yaparak kitaptaki Ruth Morse adlı karakterin Jack London'un ilk aşkı Mabel Applegarth olduğunu öğrendim. Martin Eden Ruth'a çok büyük bir aşkla bağlanmıştı ve okuduğum en güzel aşklardandı. Martin açısından saf ve temiz duygulara sahip bir aşktı. Hissedilen duygular ve duyguların aktarılışı çok gerçekçiydi. Öyle ki bazı yerlerde kendimden kesitler gördüm. Bunun nedeni olarak, Ruth'un gerçek bir kişiden esinlenerek yaratılmış olması gibi gözüküyor. Karakter-yazar benzerliği hakkında son bir kaç bilgi vermem daha gerekirse eğer Jack London'da Martin gibi yoksul büyümüş, okulunu tamamlayamamış ve yazar olana kadar da her işi yapmış.
Jack London'ın kolay ve anlaşılabilir bir dili var ve okuyucuyu yormuyor. Özellikle betimlemelerine hayran kaldım, birkaç betimlemesini not ettim. Kitaptaki aşk ile ilgili cümleler gerçekten çok vurucuydu. Benim için kitabın en iyi tarafı aşkın ve sevginin tarif edildiği kısımlardı. Burada kimsenin aklına bu kitabın salt bir aşk kitabı olduğu gelmesin çünkü; yazar alt metinde işçi sınıfına, ağır çalışma şartlarına, açlık ve sefalete çok başarılı bir şekilde değinmiş. Bir yazar olabilme çabasını anlatırken işçi sınıfının sorunlarına ustaca yazı aralarına sıkıştırmış. Bir gerçek var ki bugün bile bu sorunların hemen hemen hepsi devam ediyor. Dünyadaki düzenin hâlâ değişmemesi gerçekten üzücü. Bundan dolayı Martin'in çamaşırhanede çalıştığı satırları okurken üzerime ağırlık ve yorgunluk çöktüğünü hissettim diyebilirim. Kitapta Jack London bir gerçeği daha yüzümüze çarpmış. İnsanlar için bizim karakterimiz, öz benliğimiz önemli değildir; bizim şöhretimize, giyim-kuşamımıza bakarlar. Gerçek sevgi bizi biz olduğumuz için sevenlerden gelir. Maalesef bu da çok fazla olmuyor.
Martin Eden bir baş yapıt ve her kitapsever mutlaka okumalı diye düşünüyorum. Esen kalın. Keyifli okumalar :)
Altını Çizdiklerim
- “İnsanlar en iyisinin, en doğrusunun kendi renk, inanç ve siyasetleri olduğuna, dünyanın başka yerlerinde yaşayanların daha talihsizce konumlanmış bulunduklarına inanırdı; Ruth da bu dar kafa yapısına sahipti. Eski zamanlarda Yahudilerin kadın olarak doğmadıklarına şükretmesinin; modern zamanlarda misyonerlerin, insanların inançlarını değiştirmek için dünyanın diğer ucuna gitmesinin sebebi, bu dar kafalılıktı.”
- “Aşkın akılla hiç ilgisi yoktu. Sevdiğin kadının doğru ya da yanlış şekilde akıl yürütmesi önem taşımıyordu. Aşk, aklın üzerindeydi.”
- “Dünyada her şey raydan çıksa, aşk yine emin kalır.”
- “Ben, benim ve kendi beğenilerimi insanların bağlaşık yargılarına tabi kılmayacağım. İnsanların çoğunluğu bir şeyden hoşlanıyor ya da hoşlandığına inandırılıyor diye, benim de o şeyden hoşlanıyor taklidi yapmam için dünyada hiçbir neden yok.”
Jack London
12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Maddi sıkıntılar nedeniyle küçük yaşta okulu bırakıp gazete satıcılığı, tayfalık, balıkçılık, istiridye korsanlığı, gazetecilik, sahil koruma devriyeliği gibi çeşitli işlerde çalıştı ve Amerikan işçi sınıfını tanıdı. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra hayatını değiştirmek arzusuyla liseye kayıt yaptırdı. Lise öğrenimini bir senede tamamlayarak 1896 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne girdi. Bir dönem okuyabildiği üniversiteden maddi zorluklar sebebiyle ayrıldı. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ama bir yıl sonra yine yoksul ve işsiz olarak geri döndü. Yoğun bir çalışma programı hazırlayarak şansını yazarlıkta denemeye karar verdi. Soneler, baladlar, nükteli fıkralar, anekdotlar, korku ve serüven öyküleri yazmaya başladı. 1909’da yazdığı Martin Eden bu dönemi yansıtması bakımından otobiyografik izler taşır. İlk kitabı Kurt Dölü (1900) büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl Elisabeth Maddern ile evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu. Ancak bu beraberlik uzun ömürlü olmadı ve 1904’te sona erdi. Charmian Kittredge ile ikinci evliliğin ardından 1910’da Kaliforniya’daki çiftliğinde hayatını kaybetti. London yazarlık kariyeri boyunca elliye yakın kitap yazdı ve döneminin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Yazdıkları, yaşadıkları etrafında şekillenmiş, sosyalizmin de etkisiyle toplumcu bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Başlıca eserleri arasında Beyaz Diş, Martin Eden, Demir Ökçe, Uçurum İnsanları ve Vahşetin Çağrısı yer alır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder