30 Ağustos 2015 Pazar

Ölüler Evinden Anılar - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Ölüler Evinden Anılar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy
369 Sayfa
Puanım:★★
 İnsan özgürlüğü uğrunda neyini vermez ki? Boğazına ip geçirilmiş hangi milyoner bir soluk hava için milyonlarını feda etmez? 

  Dostoyevski'nin ilk romanı İnsancıklar 1846 yılında yayınlanır. Yayınlanır yayınlanmaz edebiyat çevrelerince değer görür ve dönemin eleştirmeni tarafından övgüyle karşılanır. Genç bir yazar için bu olay umut verici ve güzel hayallere dalmak için bir dayanak oluşturur tabii. Ardı ardına Öteki ve Ebedi Koca kitapları yayınlanır ama ilk eleştirilerin tam aksine yazdıkları yerden yere vurulur. Kırılgan bir kişiliği olan Dostoyevski buna üzülür ve hasta düşer. Yazmaya küser ve siyasi olaylara girer. Devlete karşı geldiği savıyla tutuklanır ve idama mahkum edilir. Ama hayat ona bir kez daha şans verir, idamına saatler kala cezası Sibirya'da kürek mahkumluğuna çevrilir. İşte burada geçen günlerinden, mahkum geçen yıllarından esinlenerek 1861'de Ölüler Evinden Anılar'ı yazar. 

    Klasiklerin ne yazık ki dile düşmüş ön yargılarından olan sıkıcılığın dışında bir kitap, Ölüler Evinden Anılar. Akıcı bir dili var, ben okurken hiç sıkılmadım. Okuduktan sonra bir yere yazmadan, akla iyice kazınmadan geçilemeyecek o kadar vurucu cümleler var ki. Hele suç, ceza ve hukuk ile ilgili yazılan yerleri parsel parsel çizdim, defterime not ettim ve defalarca okudum. Adından da anlaşılabileceği gibi anı-roman türünden bir kitap, ana kahramanın mahkum günlerinin anılarından, sürgündeki insanlardan söz ediyor bize. Kitabın hemen başında anıların sahibi Garyançikov, Sibirya'da yaşayan birinin dikkatini çekiyor. Etliye sütlüye karışmayan, kimseye ilişki kurmayan adamı gün gün izliyor ama daha sonra öldüğü haberini alınca evine gidiyor ve yazılmış bu anıları bulup okumaya başlıyor. Buradan o adamın neden bu kadar suskun olduğunu, yavaş yavaş yaşadığı sürgün yıllarını okuyarak anlıyoruz.

    Ölü bir eve benzetmiş sürgün yaşamını Dostoyevski, suçluları toplumdan uzak tutmak için köhne bir yere tıkan, onları taştan bir tabuta koyup birbirlerini yemeleri beklenen bir yer olarak betimliyor hapishaneyi. Özellikle hapishanedeki insanları gözlemleyip onların özelliklerini, öykülerini yazdığı bölümleri çok beğenerek okudum. Biliyorum, aslında gözleme dayalı ruhsal çözümlemeler Dostoyevski'nin çoğu kitabında olan bir şey; ama büyük eserlerinden önce yazdığı ilk kitaplarından biri olması nedeniyle özellikle Dostoyevski'yi sevenler için ayrı bir önem taşıdığını düşünüyorum. Çünkü insanların ne kadar alçalabileceğini ve bu alçalmanın kimileri için ne kadar önemsiz olabileceğini yazıya dökerek sindire sindire anlatıyor Dostoyevski usta. Zaten kendisi de hiçbir zaman insan ilişkilerinde iyi olamamış, kimseye doğru dürüst güvenememiş, ( ki bu 1800'lü yıllarda yazılmış olsa da şu an için de bence geçerliliği koruyor.) 'sorunlu' bir kişiliğe sahip. Dostoyevski'nin, çok iyi gözlem yeteneği var, bir nevi insan sarrafı, Sigmund Freud'un deyimiyle psikanalizin en önemli temsilcisi. Sibirya'nın soğuk havasından, sürgündeki insanların iç dünyalarından, askerlerden ve yönetimin üst birimlerindeki kişilerden söz ederken yazdıklarına katılmamak olanaksız. İnsanların çoğunun ne kadar acımasız olduklarını, düşünmeden sadece nefes almak için bomboş yaşadığını söylüyor. Dostoyevski, sözcüklerden insan çiziyor, satırlara canlılık katıyor. Hemen hemen her gün karşılaştığımız ya da en az birini çevremizde gördüğümüz insanları bize anlatıyor. Bunları bize geçmişten haykırsa da aslında günümüze baktığımda değişen bir şeyin olmadığını, hatta insanlığın git gide gerilediğini görüyorum. 

  Zaman zaman benim de aklıma düşen şu düşünceyi, Dostoyevski okuduğum diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da dile getirmiş. Dünya bir tiyatro sahnesi ve bizler bu tiyatroda rollerimizi oynamaya gönüllü oyuncularız. Bu o kadar kesin çizgilerle belirlenmiş bir rol ki, insanlar bunun dışına çıkabilmek için gözü pek davranamıyorlar. Çünkü insanı yontan, benliğini lime lime sömüren bir yazgı bu ama bir o kadar da sessiz ve sinsi...

    Güzel bir kitap, güzel bir okuma oldu benim için. Dostoyevski'nin kitaplarıyla tanıştığımda onun yazdığı bütün yapıtları okumaya çalışacağıma kendi kendime söz vermiştim. Bu sözümde bir adım daha ilerlediğim için mutluyum. Çünkü Dostoyevski'yle tanışmamış bir okur, yazın evreninin en karmaşık ve hasta yeri gözüken; ama okura ister kötücül ister iyimser olsun bir çok duyguyu tattıran o puslu yere uğramamış demektir. Son olarak, eğer bu kitabı tek bir cümle ile anlatmam istenseydi; ''İnsanı insanla buluşturan bir kitap." derdim. Sağlıcakla kalın. :)
Altını Çizdiklerim

  • ... ama insan yedi canlıdır! İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
  • Bir insanı ezip mahvetmek, ona en korkunç bir katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin, insana yaptığı işin tamamen faydasız olduğu duygusu vermesi yeterlidir.
  • “Belki yanılıyorum, ama herhangi bir kimse hakkında, yalnızca gülüşüne bakarak hüküm vermek kabildir bence; onun için hiç tanımadığınız birinin gülüşü daha ilk karşılaşmanızda hoşunuza giderse, karşınızdakinin iyi bir adam olduğundan tereddüt etmeyiniz.”
  • “"Para verdik iş isteriz!" kuralına itiraz etmek olanaksızdır. Parayı veren, genellikle verdiği paranın çok daha fazlası oranında fayda sağladığı halde, tuttuğu adam bir lütufta bulunduğu kanısındadır. Birçokları, eğlencelerde, içki alemlerinde sağa sola hesapsız para sarf etmelerine rağmen, kendilerine hizmet edenleri muhakkak aldatırlar; hem bunu yalnız hapishanede, "meydan"da değil, her yerde gördüm.”
  • “Doğrusunu söylemek gerekirse, çevremiz gerçekten içimizde çok şeyi öldürebilir, ama her şeyi değil; oysa birçok defa kurnaz, işini bilir bir şarlatan, hele kalemi ya da çenesi kuvvetliyse, yalnızca ufak tefek kusurları değil, alçaklığını bile çevresine yükler.”
  • “Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. Bir zalimde hem insanlık, hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi hemen hemen imkansızdır artık. İşin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir; kudret son derece ayartıcı bir şeydir.”
  • “İnsan tabiatının ne dereceye kadar bozulabileceğini kestirmek güçtür.”

3 yorum:

  1. Okuduğunuz kitaplardan güzel romanlar seçmeye çalıştığınızı görüyorum. Ancak özellikle değerli yazarların klasik eserlerini mümkün olduğunca yazılış sıraları ile okumaya gayret etmenizi öneririm. Böylece yazarın evrilen edebiyat yaşamını daha güzel anlama fırsatını bulabilirsiniz. Ban ancak bu yaşımda farkına vardığım bu gerçeği siz yaşlarda kavrasa idim ne iyi olurdu. Dostoyevski okumak insanı güçlü kılar. Devam eden. Başarı dileklerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elimden geldiğince iyi kitaplar, edebi değeri yüksek yapıtlar okumaya çalışıyorum. Aslında Dostoyevski'ye Suç ve Ceza ile başladım ve hayran kaldım. Giderek farklı kitaplarını okudum. Şu an ben de o bilince ulaştım aslından elimden geldiğince belli bir düzene sokarak okumayı amaçlıyorum. :) Teşekkür ederim, size de bol okumalar diliyorum. :)

      Sil
  2. Aaaa bu eser bizim Dostoyevski etkinliğimizin Aralık kitabı. Çok mutlu oldum.

    Mehmet Bey'in yazdıklarına katılmamak elde değil. Pinuccia sayesinde Dostoyevski'nin bir düzene göre külliyatını okuyoruz. Pınar sağ olsun işin zor kısmını üzerine alıyor. O kitapları düzene koyuyor. Bize sadece okumak kalıyor. Yayınınla sadece kitabı tanıtmamışsın ayrıca yazar hakkında bilinmesi gerekenleri yazmışsın. Güzel bir tanıtım olmuş. Çok teşekkür ederim genç kitap seven arkadaşım.

    YanıtlaSil

...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...