30 Nisan 2015 Perşembe

Koleksiyoncu - John Fowles

Koleksiyoncu
John Fowles
Ayrıntı Yayınları
Çeviren: Münir H. Göle
283 Sayfa
Puanım:★★

    Sıra dışı kitaplar her zaman ilgimi çekmiştir. Konusuyla, anlatış şekliyle ya da karakterleriyle farkındalık ortaya koyan metinleri okuduklarımın arasında hep ayrı yerde tutarım ki, ben de o farkındalıkları ve ilginçlikleri kendi yaşamımda az da olsa yaşayabileyim ya da özümseyebileyim. Koleksiyoncu da benim için bu sıra dışı kitaplar arasında yerini aldı.

    Aslında kitabın konusu için sıradan diyebiliriz. İçe kapanık, kendine güvensiz, bir başka deyişle kendi halinde olan oğlanın; çalışkan ve güzelliğiyle diğer kızlardan sıyrılan sanat öğrencisine aşık olup onu kaçırmasıyla başlıyor kitap, ama bu sıradan bir kaçırma olayı değil. Çünkü gerçekte bizim oğlan da kaçıracağına asla inanmıyor. Onu kaçırmak ilk gördüğü günlerde aklının ucundan bile geçmiyor ta ki, piyangodan büyük bir miktarda para kazanana kadar. İşte bundan sonra her şey değişiyor, çoğu insan gibi paranın en büyük güç olduğunu sanıyor. Para ve zaman olsa kendisi gibi birçok kişinin de böyle eylemlere girişeceğini söylüyor. Kendince bir sürü hazırlık yapıyor, planı oluşturuyor ama bunlar kendisine sanki birer düşmüş gibi geliyor. Biricik amacı güzeller güzeli Miranda'yı kendine aşık edebilmek ve onunla bir ömür boyu yaşayabilmek; ancak kendine güvensiz oluşu, çocukken yaşadığı sıkıntılar onun kişilik hamurunda yaralar açmış durumda ve sosyal hayatta kendine güveni yok. Miranda onun için üstün bir sınıfa ait. Bu yüzden de onun karşına gerçek anlamda çıkması ve ona kendini sevdirmesi kendince olanaksız görüyor. Aslında kitap esas oğlanın çocukluğundan başlamıyor ama John Fowles'ın satır aralarında yedirdiği bazı cümlelerden hemen en başında karakterin kişiliğini çözümlemek zor değil. Bir de bizim oğlanın çocukluktan beri gelen bir uğraşı var: Kelebek toplamak. Belki de hayatta aldığı en büyük keyif kelebek koleksiyonu yapmak iken karşısına Miranda çıkıyor. Güzelliği elde etmek yerine toplama alışkanlığı olan Frederick, Miranda'yı da kaçırarak tabiri caizse koleksiyonunu başucuna yerleştiriyor.

    Koleksiyoncu'nun çift yönlü bir anlatımı var. Bu yönüyle sıradan bir öykü, sıra dışı bir anlatıma dönüyor. Hem kaçıranın hem de kaçırılanın duygularını okumak bana farklı ve keyifli bir okuma sundu. Bence kitabın en güzel yanı bu; çünkü olaya her iki karakterin gözlerinden bakmak, açık kalabilecek noktaları çok güzel bir şekilde dolduruyor. Fredericik'i okurken Miranda'ya, Miranda'yı okurken Frederick'e kızmamak elde değil ama nedense Frederick'in davranışları bana kendince iyimser geldi. Bunun nedeni Miranda'nın birazcık bencil olması ve kendini çok üstün görmesiydi. Frederick'in yüzüne gülerken, kendi içinde her zaman onu aşağılayıcı bir tavır sergiledi. Onu anlamak için hiç bir çaba göstermedi. Evet, Frederick hasta bir kişiliği olan bir adam ve yaptığı aşağılık ve insanlığa sığmayan bir davranış ama ne olursa olsun Frederick'i bir sinek gibi değersiz görmeyip daha akıllıca yaklaşsaydı işler daha başka şekillenebilirdi. İnsan birini eleştirmeden önce onu anlamaya, onun nasıl büyüdüğünü ve kişiliğe nelerin etki ettiğini düşünmeli diyorum. Yargılamadan kanıya varmak bu yüzyılın en büyük hastalığı ve Miranda'da böyle. Okuduğum kadın karakterler içerisinde en farklı olanıydı. Yer yer katılsam da sanki modern dünyada zorla yokuşa itelenen kadınlar gibiydi. Her ne kadar özgürlükçü ve sanatçı bir ruha sahip olsa da, tam anlamıyla çözümleyemedim. Doğruyu söylemek gerekirse pek sevemedim. Frederick anti-kahraman görünümlü kahramanken Miranda ise kahraman görünümlü anti-kahramanı oynuyor gibime geldi. Kötü bir karakter hakkında okuru böyle farklı düşüncelere yönlendirmek usta işi olsa gerek.

    Kitapta bir çok kadın-erkek ilişkisine ciddi göndermeler var. John Fowles insanların ikili ilişkilerindeki takındığı yapmacık tutum ve davranışların nasıl sonuçlar doğurabileceğini, kitabın alt metninde öykünün harcına karıştırmış. Yazarın basit bir konuya böyle güzel göndermeleri ince ince işlemesi beni kendisine hayran bıraktı. Buradan açıkça anlaşılıyor ki, kurguyu farklı ayrıntılarla doldurmak, en az kurgunun akışını çizmek kadar önemliymiş. John Fowles da bunu çok güzel şekilde yapmış, kurgunun içine psikolojik gerilimi ve gerçekten iyi bir sonu da ekleyerek ilk kitap için üst düzey bir roman ortaya çıkarmış. İnsanın ilginç ve gizemli iç dünyasına farklı bir yolculuktu Koleksiyoncu. Okunması gerektiğini düşünüyorum; çünkü büyüsünü bozmamak adına birçok konuyu söylemeden geçtim. Herkese esenlikler diliyorum. Görüşmek üzere. :)

Altını Çizdiklerim

  • Bence, şimdi mutlu görünen birçok insan, paraları ve zamanları olsaydı benim yaptığımı veya benzer benzer şeyleri yapardı. Yani ikiyüzlülük yapacaklarına, kendilerini eğilimlerine bırakırlardı. Güç, insanı yoldan çıkarır, derdi hocalarımdan biri. Üstelik Para Güç'tür.
  • İnsanları ele veren konuşma biçimleridir, ne söyledikleri değil.

...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...