22 Aralık 2014 Pazartesi

Engereğin Gözü - Zülfü Livaneli

Engereğin Gözü
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
147 Sayfa
Puanım:★★★
   
    Topkapı Sarayı'nın ve hüküm sürdüğü yıllar boyunca her karış toprağın, canın ve malın sahibi Osmanlı Hanedanlığı. Sarayın hareminde hadım edilmiş Habeşli bir harem ağası ve onun biricik efendisi, ömrünü kafeste öldürülme korkusuyla geçirmişken birden tahta oturmuş ama annesinin oyunlarıyla tekrar bir odaya hapsedilmiş padişah. İşte sarayın soğuk ama ihtişamlı havasında geçen olayların baş kahramanları bunlar.

   Başlamadan belirtmem gerekirse kesinlikle tarihi bir roman değil Engereğin Gözü. Topkapı Sarayı'nı dekor olarak kullanarak ve bu dekorun önünle sergilenen köle-efendi ilişkisini anlatıyor bu kitap. Olayların tamamı harem ağasının dilinden ve onun düşüncelerinden aktarılıyor. Birazcık araştırma sonucunda yazarın hangi dönemi kaleme aldığı anlaşılsa da kitapta hiç kimsenin adından bahsedilmiyor. Anlatılan olayların iskeleti gerçek ama Zülfü Livaneli burada ustalığını konuşturmuş, karakterin adlarından hiç bahsetmemiş ve tarihin kişilere dayalı kabuğunu kırarak bize olayın özünü görmemizi sağlamış. Bunu o kadar güzel yapmış ki okurken tarihi romandan çok insan ilişkileri irdeleyen ve insanın karmakarışık ruh dünyasına doğru masalsı bir yolculuğa çıktım.

    Kitapta dikkatimi en çok çeken satırlar, insanın olaylara bağlı olarak değişen düşünce yapısı ve psikolojisiydi. Önce, efendisi olan padişaha gönülden bağlı olan harem ağası, onun hapis edilmesinden sonra katlettiği insanları düşünerek ondan nefret etmeye başlıyor. Ancak bu durum da uzun sürmüyor, değişen olaylar sonucunda kendisini  padişahla eşit olarak görüyor ve acıma duygusuna kapılıyor. En sonunda da kendi açısından padişahı ermiş olarak görmeye başlıyor. Sonlara doğru da eski efendisini unutup kendine yeni bir efendi buluyor.

   İnsanların güce neden bu denli hayran olduklarını, iktidar sahibine karşı duyulan derin hayranlığın aslında insanın kendini küçük ve değersiz görmesi yüzünden süregeldiğini çok güzel anlatmış Livaneli. İnsan farklı bir canlıdır ve iç dünyası hiçbir zaman durağan değildir. Kendi içinde sürekli gelgitler yaşar. Benim savım, hemen hemen herkes bunun farkındadır; ama çok az kişi bunu sorgulamaya, düşünmeye başlar. Harem ağası da zaman zaman bunu yapmaya başladı, hayatını ve çevresini akıl süzgecinden geçirdi ama iktidar, ihtişam ve belki de bireyselliği silen bir eğitim görmesi onu bu yoldan geri aldı.

   Engereğin Gözü, Zülfü Livaneli'nin yazdığı olmasa da yayımlanan ilk romanı. Bu kitabı bitirmemle birlikte Zülfü Livaneli'nden okuduğum üçüncü kitap oldu. Okuduğum üç kitabında da olaylara bakışını ve anlatışını çok beğendim. Daha önce hiç Zülfü Livaneli okumayanlara tavsiye etmeyebilirim ama en azından birkaç kitabını okuyanlara tavsiye edeceğim bir kitap Engereğin Gözü. Sarayın entrika dolu ve büyülü yaşamında bir kesit sunan, okurken çok hayrete düşürmese de düşündüren bir kitaptı benim için. Yazımı burada bitiriyorum ve kitap okuyanların çok iyi bildiği, her bir kitapta yeni insanlar tanımaya ve yeni dünyalar keşfetmeye devam etmek istiyorum. Hoşça kalın :)




*Görseller www.kamilaslanger.com adresinden alınmıştır.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Doğu'nun Limanları - Amin Maalouf

Doğu'nun Limanları
Amin Maalouf
Çeviren: Saadet Özen
183 Sayfa
Puanım:★★★

    Doğu... Bizim için hiç yabancı olmayan, hemen hemen her gün duyduğumuz ve kullandığımız bir kelime. Evet, bazen kabul etmesek, kendimizi dışlasak bile bizim de özümüzde, genlerimizde Doğu Kültürü var. Ama doğunun başına 'orta' eklediğim zaman işler değişiyor, yazıma sanki bir bomba düşüyor, çocukların çığlıkları yükseliyor, özlem ve acı birbirine giriyor ve etrafı bir pus kaplıyor. Orta Doğu, kan demek; Orta doğu, savaş demek; Orta Doğu, özlem demek.

   Okumaya başladığım zaman neyle karşılaşacağımı pek bilmiyorum. Nedensiz bir şekilde Doğu'nun Limanları'nı okuma istediği çöktü ve ben de bu isteğe karşı koyamadım, sayfaları birer birer çevirmeye başladım. Savaşın ve kaybedilmiş bir aşkın öyküsünü okuyacağımı hiç tahmin etmemiştim.

   Beyrut, Paris ve yer yer Filistin arasında gidip geliyor bu iç sızlatan öykü. Aslında başlangıcı İstanbul'da yapıyor, oradan Adana'ya uzanıyor ve Ermeni olayları nedeniyle Beyrut'a doğru yolculuğuna devam ediyor. Asıl olaylar bundan sonra başlıyor. Türk bir baba ve Ermeni bir annenin çocuğu olan İsyan'nın, Yahudi bir kıza aşık olmasıyla da olaylar iyice şekillenmeye başlıyor.  II. Dünya Savaşı'nda Paris'e, Arap-İsrail savaşında da Beyrut'a doğru bir yolculuğa çıkartıyor. Roman, savaşın savurduğu hayatlara kırık bir pencereden bakmamızı sağlıyor.

    Savaşın anlatıldığı ama romanın merkezinde insanın olduğu bir kitap Doğu'nun Limanları. Bana öyle geldi, merkezinde daha çok insanın olduğunu hissettim. Başından sonuna kadar savaşın o gri havası hissediliyor ama savaş romanın arka planında seyrediyor. Ancak savaşın arka planda seyretmesi kitabı asla kötü yapmamış. Diğer türlü olsaydı, bu kadar seveceğimi düşünmüyorum. Bu kitap bir insanın öyküsü olarak okunmalı bence. Sevmiş, kabullenmiş, aşık olmuş, gelecek hayalleri kurmuş ve en önemlisi de derinden özlem duymuş bir insanın öyküsü. İsyan, öyküsünü kendi ağzından anlatıyor. Bu sayede başkarakteri vakit kaybetmeden benimsedim. İsyan dedim değil mi? Ne kadar ilginç bir isim! Adının bir öyküsü var elbet ama adı gibi değil kahramanımız. Ruhunda bir kabulleniş, bir teslimiyet var. Kitap, samimi bir havaya sahip. Bende uyandırdığı en büyük izlenim bu oldu. Bu samimiyeti Batılı yazarlarda hiç hissetmedim. Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı'nda ya da Zülfü Livaneli'nin romanların da hissettiğim aynı samimi hava, Doğu'nun Limanları'nda var. Bu durum, Doğu'ya özgü bir şey olsa gerek. Olaylar da bize hiç yabancı değil, biliyoruz ki hâlâ Orta Doğu'da akan kanlar dinmiyor. Orta Doğu için belki de nimet olan kültürel zenginlik, tam tersine buranın karabasanı oluvermiş. Bu gerçeği kitap okuyucuya bir kez daha gösteriyor. İnsanların kendi seçimlerinde nasıl kontrolü kaybettikleri, hayatın insanlara acımasız oyun oynamaktan asla bıkmadığı, insanların nasıl acılar çektiği gerçek bir duyguyla okunuyor. Amin Maalouf, ''İnsanlar sadece insan oldukları için bir arada yaşaya bilirler mi? Dil, din ve ırk gibi farklılıklar insanların barış içinde yaşamasına engel mi?'' gibi soruları insana sorgulatıyor. Cevabını da romanın kendisi veriyor.

    Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı Doğu'nun Limanları. İçinde bol bol altı çizilesi cümle vardı. Akıcı diliyle de yormuyor. Yapı Kredi Yayınları'nın da kalitesi ve çevirisine diyecek yok. Çok fazla kalın olmayan, istenirse bir günde bitebilecek bu samimi eseri en kısa zamanda okumanızı tavsiye ederim. Ben, Amin Maalouf çok sevdim ve eserlerini okumaya devam edeceğim inşallah. Esen kalın. :)

Altını Çizdiklerim
  • - İlk neyi konuşalım, diye sordu.
           - En kolayı, en baştan almak. Doğumunuzdan...
             İki koca dakika ağzını hiç açmadan gezindi. Sonra, bir soruyla karşılık verdi.
           - Bir inanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?
  • "Gerçek üstatlar" derdi, "insana farklı gerçeklikleri öğretenlerdir"
  • Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir.
  • Zaman denen şey bir yanılsamadır. Geçmişin, saatlerin ve günlerin ve haftaların ve on yılların kül kadar ağırlı vardır; gelecek zamansa, isterse sonsuza dek sürsün, saniye saniye yaşanır.

4 Aralık 2014 Perşembe

Silo - Hugh Howey

Silo
Hugh Howey
MonoKL Edebiyat
Çeviren: Mehmet Rasim Emirosmanoğlu - Gökhan Sarı
517 Sayfa
Puanım:★★★


    Kimilerinin uydurduğu yalanlar, kimilerinin gerçekleri olabilir. Özellikle günümüzde bilginin bu kadar yoğun olmasından kaynaklı bir durumun sonucu olarak herkes her söylenene inanıyor ve asla bilginin doğruluğunu veya gerçekliğini sorgulanmıyor. İşte post-apokaliptik bir dünyada yaşayan Silo'nun insanları da hayatlarını bir yalanın üzerinde yaşıyorlar. 

   Kitap okuyucuyu uzak bir gelecekte atmosferin zehirli gazlar ve toz bulutlarıyla kaplı olduğu bir dünyaya götürüyor. Açık atmosferde yaşamanın olanaksız olduğu içinde insanlar çareyi yer altına yaptıkları Silolarında sürdürmeye devam ediyorlar. Silo, 144 kattan oluşan ve kendi içinde 48'er katlı 3 bölümden oluşan hiyerarşik bir  yapıya sahip. Bu bölümler En derin, Orta Katlar ve En Tepeden oluşuyor. Orta katlardaki IT ise ayrıcalıklara sahip bir bölüm. Öyle ki tüm olayların düğüm noktası da bu bölüm. Silo'da güçlü bir iş bölümü var ve tüm işler tıkırında gidiyor. Yalnız bir sorun var ki asla dışarısı hakkında konuşmak kesinlikle yasak.  Hatta orayı düşünmek bile yasak. Silo halkının en büyük tabusu dış dünya. Dış dünyadan alınan tek görüntü ise Silonun tepesindeki kameralardan alınan gri bir gökyüzü, ölü topraklar ve viran bir şehir. Dışarının böyle olduğu konusunda herkes hem fikir ve insanlar buna o kadar inanmışlar ki ezelden beri dünyanın böyle olduğunu düşünüyorlar. Ama dışarıyı merak edenler, sorgulayanlar ve kendilerine sunulan doğruların gerçekliğinin peşine düşenlerin çizdiği bir roman Silo. Kara bulutların hakim olduğu bu dünyada en ufak suçlar bile affedilmiyor ve suçlular temizliğe gönderiliyor. Temizlik de neyin nesi mi dediniz? Ee, bunu da güzel romanı okuyup öğrenin bence. :)



    Kitap okunmaya başlar başlanmaz çok büyük bir gizem sunuyor okuyucuya. Yazar gerçekten merak unsurunu çok iyi kullanmış, okudukça gelen cevaplar yeni soruları doğuruyor. Kitap acabalar, nasıllar ve nedenler ile geçiyor. Yer yer ters köşeye yatırmaktan da kaçınmamış yazar. Haha işte yakaladım dediğim anda bile tahminlerim tam olarak tutmadı. Kitabın belki de en iyi özelliği olayların gizemini çözerken yazar tüm ipleri eline almamış, ''Hey! Romanı okuyan kişi, öyle çayını kahveni falan alıp da rahat rahat okumak yok, gir içeri sen de katıl bu koşuşturmaya bu gizeme'' demiş. Benim en sevdiğim okuma seklidir aktif okuma. Bu yüzden de kitabı sevdim, yeni çıkan kitaplar içinde en iyilerinden olabilir diyorum. Özellikle söylemem gerekirse son dönemlerde popüler kültürün kendi topraklarına kattığı distopya kurgulardan bir kaç adım önce bir kitap Silo.

    Okurken zihnimi en çok meşgul eden şey ''Kendi özgürlüğümüzü sadece ve sadece yine kendimiz engelleyebiliriz'' düşüncesi oldu. Hiçbir otorite, hiçbir baskı ya da hiçbir kimse özgürlüğe zincir vuramaz. Dediklerim kitabın hemen hemen her anında vardı. Sorgulayanlar ve kendi özgürlüğünü arayanlar  Silo'nun kaderini değiştirdi. Ayrıca kitlelerin yalanlarla nasıl ikan edildiğini, insanların körü körüne nasıl bağlandıklarını çok güzel bir şekilde toplumun üzerinden açıklamış.  Açıkça görülüyor ki yalanlar üzerine kurulmuş bir otoritenin en tehlikeli düşmanı düşünen insanlardır.




    Son olarak belirtmem gerekirse üç kitaptan oluşan bu serinin ilk kitabı Silo'yu okumanızı öneririm. Akıcı dili ve kendi içine geçen kurgusu ile okuyucuya güzel vakit geçirtirken aynı zamanda düşünmeye, olayları kavramaya bazı yerlerde ise günümüz ile kıyaslamaya itiyor. Okumanızı tavsiye ederim. Tek bir noktada eleştiri yapabilirim, o da bazı yerlerde paragraflar biraz uzun tutulmuş gibi geldi. Su altında hareket eden bir kabarcığın bir paragraflık betimlemesi bana fazla geldi. Bunun dışında hiç bir sıkıntı yoktu.Umarım yayınevi çok bekletmeden ikinci kitabı da yayımlar. Kendilerine sorduğumda yayın tarihi için Şubat 2015 dediler. Merakla bekliyor olacağım. Kendinize iyi bakın, esen kalın. :)

Altını Çizdiklerim

  • Yaşınız ilerledikçe elinizin uzandığı her şeyi sıkı sıkıya kavramamız gerektiğini bilirdiniz. Nihayetinde başka şeyler kayıp giderdi.
  • Bazı insanlar virüs gibidirler. Veba gibi yayıldıklarını görmek istemiyorsan siloyu onlara karşı aşılarsın olur biter. Hepsini ortadan kaldırırsın.

...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...