29 Temmuz 2015 Çarşamba

Leyla'nın Evi - Zülfü Livaneli

Leyla'nın Evi
 Zülfü Livaneli
Doğan Yayıncılık
271 Sayfa
Puanım:★★

   Anılar insanın geçmişine baktığı birer penceredir. Her anı insanın kendi benliğine birer tuğla koyar. Geçmiş deneyimlerimiz, geçmiş hüzünlerimiz, geçmiş sevinçlerimiz ve geçmiş yanlışlarımız şimdi bizi oluşturan değerler değil midir? Ancak bazı kimseler için şimdinin pek bir albenisi yoktur.  Tatsız ve sıradan gelişen olaylar bütünüdür şimdiki zaman; çünkü onlar anılarda kalmayı, eski günlere her gün düşünsel bir yelken açmayı severler, tıpkı bu kitaptaki Leyla Hanım gibi. 

  Bosnalı Osmanlı paşasının torunu olan Leyla Hanım, dedesinden kalan yalının bahçesindeki küçük evde, kendi kendine yeterek ve anıları düşleyerek yaşayıp gitmektedir. Yalı artık onun ailesine ait değildir. Bu yalı da çoğu yalı gibi ortak bir yazgıyı paylaşmış, başkalarına satılmıştır. Kendisine ise sadece bahçedeki küçük bir ev kalmıştır ama yalının bir kez daha el değiştirmesi, hırslı ve gözü dönmüş, parayı tek güç ve deyim yerindeyse ilah edinmiş birinin satın alması Leyla Hanım'ı evinden eder. Bilirsiniz, ''Her şerde bir hayır vardır.'' demiş atalarımız. Bu söz Leyla Hanım'ın yaşadıklarında da kendini doğruluyor, evini kaybetmesi onu anılardan uyandırıyor ve gerçeklere; yani kendi anıları dışına, hiç durmadan akıp giden şimdiki İstanbul'un zamanına götürüyor. Beklemedik bir hızla gelişen bu olaylar Leyla Hanım'ın belki de bir insan için en güzel işi yapmasına, bir insanın hayatına dokunmasına neden oluyor.

   Ben kitabı gerçekten sevdim. Zülfü Livaneli, her zamanki gibi beni düş kırıklığına uğratmadı. Kolay okunan bir dili var kitabın. Hatta ilk başta bu kadar kolay okunmasını yadırgadım. Ellinci sayfadan sonra tam olarak benimsedim ve İstanbul'un günümüz ve yakın geçmişine doğru yolcuğa çıktım. Ev olgusunu ortasına alan bir roman Leyla'nın Evi. Barınma, çoğumuzun işittiği gibi Maslow'un gereksinimler hiyerarşisindeki en temel gereksinimlerden biridir. Geçmişten geleceğe insanlar barınmak için ciddi mücadeleler vermiş, hatta kan dökmeyi bile göze almışlardır. Günümüzde artık bu savaş kanla değil parayla yapılıyor gerçi; ama insanda aynı hırs ve duygular yerinde duruyor. İşte bunu okuyucuya çok güzel vurguluyor Livaneli. Özellikle, İstanbul'undaki bu barınma sorunsalını anlatmak için seçtiği semtler tam yerinde olmuş. İstanbul Boğazı'nın varlıklı sahipleri yalılar, yalıların arkasında eskiden yalılara hizmet edenlerin ve onların Anadolu'nun çeşitli yerlerinden İstanbul'a göç eden akrabalarının kurduğu ve yalı sahiplerinin 'Dağlılar' diye adlandırdığı kesim ve İstanbul'da çeşitli ve uç yaşamları içinden barındıran Cihangir. Bu üç yer, İstanbul insanına farklı bir bakış oluşturuyor; çünkü kitapta hem her semti temsil eden ana karakterlerin hem de yan karakterlerin bile duygu ve düşüncelerini belirtilmiş. -Dağlılar mahallesindeki bakkalın karısının bile ne düşündüğünü okuyabilmeyi bir nimet olarak gördüm.- Livaneli, romandaki kişileri başka başka yerlerden seçerek, sanki her evin de birer kişi gibi düşünülmesini istemiş. Her ev birer roman kahramanı gibiydi benim için. Romana bu şekilde bir hava katmak, özellikle çoğumuzun ara sıra aklını kurcaladığı bir konu olan İstanbul'da yaşayan insanlar arasındaki sosyal ve kültürel farklılıkların daha iyi anlaşılmasını sağlamış. Çünkü ben bu farklıların nedenleri kendimce düşünürken tüm ön yargılardan sıyrıldığı gördüm.

   Kitabın diğer önemli karakterleri hiphopçı, aykırı görünümüyle dikkat çeken asıl adı Rukiye, sahne adı Roxy olan Almancı bir Türk ve Dağlıların İstanbul'da doğup büyümüş ve okumuş kesimini temsil eden gazeteci Yusuf. Aslında kitapta tam bir kişilik cümbüşü var. Hayatımızda şu ve bu şekilde en az bir kez karşımıza çıkmış kişileri betimlemiş Livaneli. Soyu eskiye dayanan, ailesi kuşaklardır önemli kişilere uşaklık yapmış ve tam bir İstanbul beyefendisi Ali Yekta Bey, onun zengin oğlu Ömer, ve Ömer'in hırslı ve para düşkünü ve bir memur kızı olan karısı Necla... Saymakla bitmiyor. Tam bir karakter cümbüşü var. Gerçekten bu kadar çok kişiye değinip de en ufak bir açıklık bırakmamak usta işi olsa gerek. 

   Son olarak şunu söylemeden yazımı bitirmek istemiyorum. Leyla Hanım'a karşı derin bir sevgi oluştu ben de. Tam eli öpülesi bir insan. Sık sık ziyaretine gidip eskilerden konuşmayı isterdim. Hangimiz karşında bilgili, kültürlü ve nasıl davranacağını çok iyi bilen bir büyüğün olmasını istemez ki? Ben isterim; çünkü bu insanlar insan olabilme erdemine ulaşmış kişilerdir ama değerini bilene tabii.

  Unutmadan kitabın bir de tiyatrosu var. Elimden gelirse mutlaka tiyatroyu da izlemek istiyorum. Benden şimdilik bu kadar. Esen kalın. :)

Altını Çizdiklerim

  • Terslik, özgürlüğü erkekleşme gibi anlayarak kadınlığı küçük düşüren ve doğalarını değiştirmeye çalışan çalışan kadınlardaydı.
  • İnsanoğlunun kendi ihtiraslarının bir hapishane hücresinden daha korkunç bir esaret olduğunu anlamıştı Ali Yekta Bey.

...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...